27 Nisan 2025 05:11

Bize sendikal haklar ve mücadeleci sendikalar lazım

BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen

1 Mayıs’a günler kaldı. 19 Mart’tan bu yana, başta öğrenci gençlik yığınları olmak üzere, Saray iktidarının demokrasinin son kırıntılarını da ortadan kaldırmaya dönük saldırılarına karşı geniş halk kitlelerinin sokaklara taşan öfkesi, ilk günlerdeki kitlesellikte olmasa da, cesaretinden, kararlılığından ve dinamizminden bir şey kaybetmeden sürüyor. En son, AKP-MHP iktidarının kalesi olarak bilinen Yozgat’ta üretici köylülerin CHP mitingine kitlesel katılımı ve iktidarın politikalarına karşı açığa çıkan öfkesi, meydanlara dökülen halk yığınları için meselenin İmamoğlu’na ve CHP belediyelerine yapılan yargı operasyonundan ibaret olmadığını; İmamoğlu şahsında halkın iradesini, seçme ve seçilme hakkını gasbetmeye dönük bu son hamleyle birlikte, Saray iktidarının adım adım faşizmi inşa eden yönetim biçimine karşı halk kitleleri içinde birikmiş öfkenin açığa çıktığını gösteriyor.

Daha da önemlisi, bu öfkenin açığa çıktığı her alanda, başta üniversite gençliği olmak üzere, örneğin en son liseliler ve üretici köylülerde de olduğu gibi, sokaklara dökülen toplumsal kesimlerin, bugün haklı olarak meydanlarda en çok haykırılan hukuk, adalet ve demokrasi talebiyle bizzat kendi hayatları, gelecekleri ve özgün talepleri arasında doğrudan bir bağ kurduğunu görüyoruz. Adaletin, demokrasi ve özgürlüklerin olmadığı bir ülkede, gençlik yığınları için parasız ve nitelikli bir eğitim hakkından, iş ve gelecek güvencesinden de bahsedilemeyeceği; üretici köylülerin ekip biçtiği toprağının ve emeğinin de bir değerinin olamayacağının daha çok bilince çıkmaya başladığı bir uyanış yaşanıyor, özetle.

İşçi sınıfından neden güçlü bir ses çıkmıyor?

Peki işçi sınıfı, sendikalar nerede? 19 Mart eylemleri başladığından beri en çok sorulan sorulardan biri bu oldu. Özellikle üniversite gençliğinin okullarda boykot örgütleyerek örgütlü ve kitlesel bir biçimde harekete damga vurduğu andan itibaren ‘işçi-gençlik el ele’, ‘genel grev, genel direniş’ gibi çağrılar ve tartışmalar uzun yıllardır ilk defa bu kadar yaygın yapılmaya başlandı. İktidar yandaşı kimi yayın organlarından başlayarak yandaş kimi firma ve markalara yönelik gündeme gelen ve bir günlük genel boykot gibi eylemlerle bir süreliğine etkili de olan ‘tüketimden gelen güç’ün yarattığı sınırlı etkinin rüzgarıyla ‘üretimden gelen güç’ün devreye girmesine duyulan ihtiyaç; dolayısıyla, ancak işçi sınıfının örgütlü gücüyle mümkün olabilecek ‘güç’ün hayati önemi daha çok fark edilir oldu.

Peki bu güç nerede? Üniversite ve lise gençliğinden köylülere kadar, toplumun farklı kesimleri Saray iktidarının baskısı ve zulmüne karşı adalet, demokrasi ve özgürlük için ayağa kalkmışken; bu iktidarın zulmüne, bugün ‘Şimşek programı’ adıyla yürütülen halk ve emek düşmanı politikalarına en çok hedef olan işçi sınıfından neden güçlü bir ses çıkmıyor? Emeği pul, ekmeği zehir edilen, ucuz kölelik ve sefalet koşulları dayatılan, grevleri yasaklanan, sendikal örgütlenme hakkı ayaklar altına alınan, ekmeği ve hakları için verdiği mücadeleler polis ve asker şiddetiyle, yasaklarla, hukuksuz yargı kararlarıyla, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılan işçiler; dolayısıyla, hukuka, adalete, demokrasiye en çok ihtiyacı olan işçi sınıfı neden hâlâ ayağa kalkmıyor? Sendikalar neden hâlâ genel grev, genel direniş kararları almıyor?

En acil ihtiyaçlardan biri sendikal örgütlülük

Çok haklı bir sorgulama kuşkusuz. Bu sorgulamanın yer yer kimi kesimlerce yapılan biçimde, işçi sınıfına olan güvensizliği, sınıf mücadelesine olan inançsızlığı ve uzaklığı açığa çıkaran küçümseyici örnekleri bir tarafa bırakalım. Ancak, son derece samimi olarak işçi sınıfının sahneye çıkmasını bekleyen, politik olarak da bunu amaç edindiğini iddia eden kimi çevrelerin de bu sorgulamayı ve tartışmayı çok yüzeysel, işçi sınıfının ve sendikal hareketin güncel durumunu ve temel sorunlarını doğru kavramayan bir yerden yaptığını söylemek gerekiyor.

AKP’nin iktidar döneminde başka bir boyut kazanan ve daha çok derinleşen, toplumdaki kültürel kamplaşma ve kutuplaşmanın işçi sınıfı içindeki tahrip edici etkisi; muhalif, demokratik ve sol güçlerin önemli bir kesiminin, AKP-Erdoğan gericiliğine ve baskı politikalarına karşı mücadeleyi işçi sınıfı ve yoksul halk kesimlerinin ekonomik, sosyal ve demokratik talepleriyle birleştirmekten çok, AKP’nin çok başarılı bir şekilde kurup yönettiği bu ‘kültürel kutuplaşma’yı yeniden üreten zaafının bu noktada nasıl bir rol oynadığı başka bir tartışmanın konusu olsun. Bu gerçekliğin işçi sınıfının doğrudan kendisine yönelmiş saldırılarla, ülkedeki genel demokrasi ve özgürlükler sorunu arasında bağ kurmasını zorlaştıran yanını, bu bağı kurmasını sağlayacak en önemli ve olmazsa olmaz bir araç olan sendikal örgütlülükten mahrum olması gerçeğiyle birlikte düşününce, ‘İşçi sınıfı nerede?​’, ‘Niye genel grev olmuyor?​’ gibi soruların yanıtları daha anlaşılır olur.

İşçi sınıfının kendisi için bir sınıf olma ve doğrudan kendi gündemlerinin yanı sıra, kendisini de etkileyen ülke gündemlerine, kendi sınıf mücadelesinin sınırlarını da belirleyen demokrasi ve özgürlükler mücadelesine müdahil olmasını sağlayacak bir güç, politik bir özne olabilmesinin olmazsa olmaz koşullarından biri, hiç kuşkusuz ki güçlü bir sendikal örgütlülüğe sahip olmasıdır.

Halihazırda, on binlerce, yüz binler üyesi olan sendikalara hakim olan bürokratik anlayışla, işçi sınıfının örgütlü gücünün açığa çıkmasının önündeki en büyük engellerden biri olan bu kastlaşmış, bürokratik sendikal yapıyla mücadele ve sendikaları mücadeleci bir temelde dönüştürme sorumluluğu hayati bir yerde duruyor kuşkusuz. Ancak bu yapıyı dönüştürmek de dahil, işçi sınıfının ülkenin kaderine el koyacak bir güç olarak ortaya çıkması için, işçi sınıfının bunun en temel araçlarından biri olan güçlü bir sendikal örgütlülüğe, bu örgütlülüğün, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kalkmasına olan ihtiyacı günün en acil, en hayati ihtiyacı ve görevidir.

Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş

Özellikle son birkaç yıldır işçi sınıfına yönelik saldırılar ve ülkenin pek çok yerindeki işçi grev ve direnişlerine dönük yaşanan grev yasakları, kolluk gücüyle, en sert şiddet yöntemleriyle işçi mücadelelerinin ezilmeye çalışıldığı örnekler, bugün işçi sınıfının en acil ve en hayati talebinin ‘Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş’ kampanyasıyla ete kemiğe bürünen sendikal hak ve özgürlükler için mücadele olduğu gerçeğini bir kez daha açığa çıkarmıştır.

Henüz 19 Mart’ta yüz binler adalet, demokrasi ve özgürlük için meydanlara dökülmemişken, şubatta binlerce Başpınar işçisinin sefalet zammına karşı başlattığı direnişlerin yasaklarla ve bu direnişe öncülük eden BİRTEK-SEN’e yönelik baskılarla sindirilmeye çalışılmasına karşı ortaya çıkan öfke fabrikalarda, işçi havzalarında birikmeye devam ediyor. Geçtiğimiz yıl metal işçilerinin sendikaları Birleşik Metal-İş öncülüğünde Cumhurbaşkanının grev yasağına karşı ortaya koyduğu iradeyle yasağı yırtıp atmasında açığa çıkan mücadele iradesi ve cesaret MESS sözleşmeleri yaklaşırken yüz binlerce metal işçisi içinde mayalanmaya devam ediyor. Yüz binlerce kamu işçisinin TİS görüşmeleri sürerken, tabanda süren tartışmalar daha güçlü bir öfke ve mücadele eğiliminin biriktiğine işaret ediyor. İş kolundaki özel grev yasağına ve patronun bu yasağı dayanak yaparak işçilere dayattığı sefalet sözleşmesine rağmen TÜPRAŞ işçilerinin Koç’u sallayan mücadelesi işçi sınıfının diğer kesimlerinin de ayağa kalktığı bir mücadelenin meşalesi olacak ateşi beslemeye devam ediyor.

İşte tam da bu yüzden, yaklaşan 2025 1 Mayısı’nda, yüzünü işçi sınıfına dönen, sınıf mücadelesini kendine dert eden herkes için en önemli görev, fabrikalarda, işçi havzalarında mayalanan bu öfkenin biriktiği yerlerden çıkarak, gençlik yığınlarının ve diğer halk kesimlerinin yükselen adalet, demokrasi ve özgürlük haykırışı ve mücadelesiyle birleşmesidir. Her yerde en kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs’ın kutlanması ve işçi sınıfının bu 1 Mayıs’ta ‘Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş’ taleplerini en öne, en yükseğe çıkarması bu 1 Mayıs’ın en olmazsa olmaz görevidir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İstanbul’a fiili kayyım!

İstanbul’a fiili kayyım!

Halkın güçlü tepkisiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesine (İBB) kayyım atayamayan iktidardan yeni hamle geldi. İBB’nin farklı birimlerinden çok sayıda üst düzey yönetici ve uzman gözaltına alındı; belediyeyi ‘Adım atamaz’ hale getiren yargı operasyonuyla adeta fiili kayyım atanmış oldu!

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Cübbeli Ahmet, “Gazı yavaş yavaş çıkartarak hani bir kerede 7-8 olacağına işte böyle 4’tür, 5’tir, 6’dır, hani gazı çıkart da bizi yıkma” diye ettiği dua sayesinde depremde can kaybı ve yıkım olmadığı imasında bulundu

Evrensel'i Takip Et